Bu çalışma, ardında Türk sinemasına yön verecek nitelikte eserler bırakan, ustalığının asıl emarelerini uzun metraj filminden ziyade kısa filmlerinde gösteren Ahmet Uluçay hakkında bir tanıtım yazısıdır. Uluçay, ya hiçbir kalıba sığmayan, saf, bâkir iç âleminin mümbit harcından kardığı hayâlâtla kendi anlatısının içindedir ya da adeta yazarıyla/yönetmeniyle tekrar kurgularcasına durmaksızın okuyarak/seyrederek bir başka anlatının içindedir. Uluçay’ın hayat hikâyesi de rahatlıkla filmleri gibi bir anlatı şeklinde değerlendirilebilir. Çalışmada Umberto Eco’nun “ampirik okur” ve “örnek okur” kavramlarından hareketle Ahmet Uluçay’ın sıra dışı hayat hikâyesinin filmlerinden yansıyan anlatıyı gölgede bırakmasına, uzun metraj filmlerinin birer minyatürü şeklinde düşünülebilecek kısa filmlerinin yeterince tetkik edilmeyişine, tam da bu sebeple 90 sonrası Türk sineması içerisinde hak ettiği şekilde konumlandırılamayışına değinilecektir. Ek olarak yazıda yönetmenin filmografisiyle birlikte Ahmet Uluçay ve filmografisine dair külliyat üzerinden bir bibliyografya çalışmasına yer verilecektir.
Ayşe Pay